Yazan: Marcia Montenegro
Ruh rehberleri, meditasyon, astroloji, doğaüstü olaylar, 'yüksek Benlik', kundaliniyi yükseltme, psişik yetenekleri geliştirme, gurulara dua etme, astral seyahat, numeroloji, Tarot kartları, ölülerle iletişim kurma, cadılarla, Sufilerle ve Muktananda, Rajneesh, Sai Baba, Maharaji'nin takipçileriyle zaman geçirme – tüm bunlar ve daha fazlası benim yolculuğumun bir parçasıydı. Peki, bu yola nasıl girdim?
Ben, agnostik bir babanın ve kiliseye giden bir annenin yetiştirdiği bir aileden geliyordum. Babamın Dışişleri'nde çalışması nedeniyle sık sık taşınıyorduk. Tanrı ve İsa hakkında çoğunlukla yüzeysel olan bazı bilgilerim vardı. Ancak daha derin ve deneyimsel bir şeyler istiyordum. Lise yıllarım boyunca hiç uyum sağlayamadım. Şiir yazan biri olmak, alkol sorunu olan bir evde yaşamak, gerçek anlamda köklerimin olmaması, hepsi bir araya gelince, bunlar kendimi farklı ve diğer insanlara benzemeyen biri gibi hissetmeme neden oldu.
Doğaüstü olaylar yaşadım, auralar gördüğünü söyleyen biriyle arkadaş oldum ve psişik yetenekleri olduğunu iddia eden medyumların ölülerden mesajlar aldığı spiritüalist toplantılara katıldım.
Florida'da güneşli bir öğleden sonra, yatağımda tamamen uyanık ve gözlerim kısmen kapalı bir şekilde dinlenirken, kendimi havada süzülüyormuş gibi hissettim. Gözlerimi açtım ve tavanın yakınında havada süzülürken, altımda duran yatağın üzerindeki bedenimi görünce afalladım. Öldüğümü sandım. Hissettiğim şok beni neredeyse acı verici bir şekilde bedenime geri çekti.
Bu benim ilk beden dışı deneyimimdi ve bunun ne olduğu ya da bir adı olduğu hakkında dahi hiçbir fikrim yoktu. Kimseye bundan bahsetmedim.
Yolculuğum bir astrologu ve psişik yetenekleri olan diğer kişileri ziyaret etmem ve doğaüstü olaylar üzerine çok sayıda okuma yapmamla devam etti. Ayrıca Hindu ve Budist inançları hakkında da okumalar yaptım. Vedanta (Hinduizm'in bir mezhebi) hakkında bir kitabı da çalıştığım binanın kafeteryasında her sabah okuduğumu hatırlıyorum.
Hindu inançlarına göre vücuttaki yedi psişik enerji merkezi olan çakraların renkleriyle hayatımdaki bağlantıları görmeye başladım. Bu ve diğer deneyimler beni doğaüstü olayların ve Doğu inançlarının çekici dünyasına dalmaya teşvik etti.
Yıllar geçtikçe, psişik yeteneklere olan arayışım arttı. Atlanta, Georgia'da belediye tarafından düzenlenen ancak bir astroloji kurulu tarafından hazırlanan ve değerlendirilen 7 saatlik bir astroloji sınavına girerek iş lisansı almaya hak kazanmak için astroloji üzerinde çalıştım.
Bu sınavı geçerek astroloji pratiği yapmaya başladım ve sonunda astroloji dersleri vermeye, halka açık konuşmalar yapmaya, astrolojik ve New Age (Yeni Çağ) dergilerine yazılar yazmaya başladım. Aynı zamanda sınavları veren ve değerlendiren astroloji sınav kurulunda yer aldım, hatta kurulun başkanı oldum.
Yine de, edindiğim tüm bilgi ve deneyime rağmen, cevaplar neydi?
Kötülüğün değil, sadece cehaletin var olduğuna inanmaya başladığımdan beri, acımasız zulüm ve cinayet hikâyeleri beni rahatsız etti.
Öldükten sonra geri döneceğime inanıyordum, ancak bu arada nereye gideceğim ve ne kadar süre kalacağım konusunda sorularım vardı. En rahat hissettiğim dünya dinleri karışık mesajlar veriyordu. Bazıları okul gibi bir yere gideceğimizi, sonra da bir sonraki hayatımızı seçeceğimizi öğretiyordu. Diğerleri ise ruhsal olarak arınmak için bir yere gideceğimizi - bunun nasıl olacağı açıklanmıyordu - sonra bir sonraki hayatımızın bizim için seçileceğini öğretiyordu. Peki, kim tarafından? Bu da açıklanmıyordu.
Sadece sürece güvenmemiz gerekiyordu.
Ayrıca ölüm anında aklımdan geçen düşüncenin ölüm sonrası deneyimimi bir süre için belirleyeceğine dair rahatsız edici bir öğreti de vardı. Çok uzun süre kötü bir düşünceye kapılmasam iyi olur! Korku dolu imgelerle uykuya dalmasam iyi olur! Bunu düşünmek korkutucuydu - ama bu düşüncenin kendisi de olumsuz bir düşünceydi! Meditasyon yaparak ya da bir şeyler mırıldanarak bu korkuları uzaklaştırmaya çalışırdım.
Huzuru dünyanın en mistik dinlerinden biri olan Zen Budizm'inde aradım. Kendimi tüm arzulardan soyutlamaya çalışmak, düşüncelerin, korkuların veya arzuların ortaya çıkmasına izin veren ve sonra onlara tepki göstermemeyi sağlayan bir meditasyonu içeriyordu. Bu aynı zamanda meditasyon dışındaki hayata da uygulanması gereken bir şeydi.
Geçmişimden ve bugünümden içimde çok fazla duygusal acı taşıyan benim gibi biri için bu cazipti. Ancak tüm kitaplarda duygusal olarak uzaklaşma kulağa hoş gelse de, ödenmesi gereken bir bedel vardı. Duygusal olarak uzaklaşma zoraki ve yapmacık görünüyordu.
Ruhsal zekânın bir başka işareti olan çevremdeki "boşluğu" görmek, bana nihilist ve iç karartıcı geldi. Belki de bu uygulamalara daha içten bir şekilde bağlı kalsaydım, doğal tepkilerimi ve duygularımı zamanla duyarsızlıkla değiştirirdim. Ancak duygusuz olmak, her düşünceyi, eylemi ve duyguyu yargılamadan kabul etmek insani midir?
Bir yandan doğal ve "bütüncül" olmayı öğretirken, diğer yandan doğal tepkilerimden vazgeçmeyi öğrenmek bir çelişki gibi görünüyordu. Tabii ki, bu tür rasyonel analizler teşvik edilmezdi, hatta sertçe eleştirilirdi. Dolayısıyla, çelişkilerin kabul edilebileceği ve hatta tercih edilebileceği düşünülürdü. Mantıklı gelmiyorsa, çok daha iyiydi. Amaç, benimle aydınlanma arasında bir engel olan rasyonel zihni aşmaktı.
Duygusal ve zihinsel bağlardan özgürleşmeyi başaramamış olsam da Zen'in paradoksal öğretilerine sarıldım, Zen öyküleri içeren kitaplar okudum ve meditasyona devam ettim. İlk meditasyonlarımda hissettiğim huzurun azaldığını fark ettim, bu da o zor bulunur huzuru yeniden yakalamak için daha fazla meditasyon yapmama neden oldu.
Ayrıca, psişik yetenekler arayışımda öğrendiğim şey, okült ve Yeni Çağ düşüncesinin doğasında tek bir cevabın olmadığıdır. Tek bir doğru yoktur, tek bir gerçeklik yoktur. Gerçeklik sizin deneyimlerinize dayanır, bu yüzden değişir ve kişiden kişiye farklılık gösterebilir.
Eğer çok katmanlı gerçeklikler varsa ve mutlak bir gerçek yoksa, o zaman birbiriyle çelişen birçok gerçeklik ve doğru olmalıdır. Soyut düzeyde, bu benim için merak uyandıran bir düşünceydi ve istediğim gerçeklikle rahat olmamı sağladı.
Ancak pratik düzeyde, gerçeği sonunda keşfetmek kişi için ne gibi bir fark yaratırdı? Ya da gerçekten böyle bir şeyin var olup olmadığını nasıl bilebilirdik? Ve eğer yoksa, inanılan herhangi bir şeyin ne önemi vardı ki? Bu öğretiler yalnızca daha fazla soruyu gündeme getiren yanıtlar veriyordu.
Öğrendiğim şey; bizler okyanustaki damlalardan ibaretiz ve amacımız birçok yaşamdan sonra bazılarının Tanrı dediği kozmik birliğe yeniden katılmaktır. Bu Tanrısal güç, bizim kökenimiz ve nihai kaderimizdi. Bu da demek oluyordu ki kimliğim, anılarım, yeteneklerim ve kişiliğim kozmik birliğin içinde eriyip gidecekti.
Nerede olacaktım? Ürkütücü cevap şuydu ki artık var olmayacaktım. Ölüm benim için merak uyandırıcı ama huzursuz edici bir konu haline geldi.
Başkalarına yardım etmenin ve yolunuza sadık kalmanın en iyi yolunun kendiniz üzerinde çalışmak ve kendinizi sevmek olduğunu tekrar tekrar duydum ve okudum. Her ne kadar "sevgi "den bahsetmek yaygın olsa ve her şeyin temeli olduğu öğretilse de, sanki herkes bunu yaptığı her şeyi haklı çıkarmak için kullanıyormuş gibi görünüyordu.
Yani, kocanız sizin ruhsal eşiniz değilse, “gerçek sevgi” onu terk etmenize veya gerçek bir bağ kurduğunuz başka birini bulmanıza izin veriyordu. Ne de olsa bu evrenin bir "yasasıydı": sevgi yasası.
Ama bu sevgi tanımlanmamıştı. Sadece orada bir yerdeydi, evreni saran bir sevgi gücü şeklindeydi. Beni sevecek kişisel bir varlık yoktu; Kozmik Birlik’ten gelen bu enerji vardı ve hepsi bu kadardı. Acaba bir güç, bir enerji umursayabilir miydi?
Açıklanamayan bir kiliseye gitme dürtüsü beni ele geçirdi. Bu zamana kadar Hristiyanlıktan, kiliselerden ve Hristiyanlardan nefret ettiğim için bu beni öfkelendirdi.
Bu dürtüyü önce görmezden geldim, sonra ona karşı direndim ve bir süre karşı koyduktan sonra, geçeceğini umarak teslim olmaya karar verdim. Bu muhtemelen geçmiş hayatlarımdan birinde rahip veya keşiş olarak yaşamış olmamdan kaynaklanıyordu diye düşündüm.
Atlanta şehir merkezindeki büyük bir kilisede düzenlenen ayinin ilk dakikalarında, daha önce hiç bilmediğim bir sevginin üzerime ve içime aktığını hissettim, o kadar güçlüydü ki ağlamaya başladım. Bu sevginin müzikten, insanlardan ya da mekândan değil, Tanrı'dan geldiğini biliyordum. Bu sevgi gerçekti.
Alkolik bir aileden geldiğim için o sevgiye açtım. Ertesi Pazar günü, başka bir deneyim yaşamak için değil ama o sevginin bende gerçekleştiği yerde olabilmek için geri döndüm.
Birkaç hafta sonra, kilisedeki hiç kimse bu konuda bir şey söylememesine rağmen, astroloji konusunda kendimi kirli hissetmeye başladım. Tek bildiğim, bunun beni bir şekilde bu sevgi Tanrısından ayırdığıydı. Daha sonra Tanrı'nın astrolojiden hoşlanmadığı ve onu bırakmamı istediği izlenimine kapıldım. Hayatımın işini bırakmalı mıydım? Kimliğimden ve amacımdan vaz mı geçmeliydim?
Oğlum dışında hiçbir şey benim için astrolojiden daha önemli değildi. Ama başka seçeneğim olmadığını hissediyordum; Tanrı'nın astrolojiyi sevmediği benim için çok açıktı. Ne yaptığıma bile inanmadan astrolojiyi bırakmaya karar verdim.
O sırada müfredat komitesinin başkanıydım, astroloji derneğindeki diğer komitelerin bir üyesiydim ve yaklaşan bir sınıfta ders vermem planlanıyordu. Başka bir öğretmen bulmak zorundaydım. Arayan müşterilerime artık astrolog olmadığımı söylemek zorundaydım.
Peki, şimdi ne olacaktı? Kutsal Kitap’ı okumam gerektiğini düşünerek, Yeni Antlaşma’nın ilk kitabı olan Matta'yı okumaya başladım. Kutsal Kitap'ı okumak beni saf bir şeyle bağlantıya geçirdi ama bunun ne olduğunu bilmiyordum. Çocukluğumda daha önce de Kutsal Kitap okumuş olmama rağmen, bu seferki farklıydı. Okurken sanki içimden dışıma doğru temizlendiğimi hissediyordum.
İsa Mesih denen bu kişi beni büyüledi. Sanki O'nun hakkında ilk kez bir şeyler öğreniyor gibiydim. Bir akşam Matta'nın 8. bölümünün bir kısmını okurken, İsa'nın gerçekte kim olduğunu gördüm.
Öğrencileriyle birlikte teknedeyken korkunç bir fırtına çıktı. Öğrenciler korkup Mesih İsa'yı uyandırdılar ve O'na öleceklerini söylediler. Mesih İsa fırtınayı anında durdurdu. Peki, ama nasıl? Bu diğer doğaüstü olaylara benzemiyordu. O sakin suları zihinde canlandırmadı, büyü yapmadı. Rüzgârı ve gölü azarladı ve onlar da O'na itaat etti. Bu da doğa üzerinde yetkisi olduğu anlamına gelir.
Geçmişte yaptığım her şey yüzünden Tanrı'dan ayrılmıştım - tüm yaşamımı kendi isteğime göre, Tanrı'yı ve O'nun sözünü reddeden ve O’na karşı çıkan bir istekle yaşamıştım.
Bağışlanmanın, Tanrı'yla barışmanın tek yolunun, büyük ve koşulsuz bir sevgiyle benim için acı çeken ve ölen Tanrı-insan Mesih İsa'dan geçtiğinin farkına vardım. İsa'nın Kurtarıcı, Tanrı'nın Oğlu ve Oğul olan Tanrı olduğunu kavradım. İlk defa, İsa'nın neden çarmıhta öldüğünü anladım.
Yatağımda İncil ile geçirdiğim o birkaç dakika boyunca, gerçeğin ve tüm sorularımın cevabının tek ve aynı olduğunu biliyordum: İsa Mesih. Ne kadar basit ama müthiş bir gerçek! Böylece kendimi Mesih'e teslim ettim ve o andan itibaren O'na ait olduğumu biliyordum.
Mesih İsa, araştırdığım "üstatlardan" farklıydı. O, ruh rehberlerinden, Yükselmiş Üstatlardan, Yüksek Benlikten -- var olduklarına dair hiçbir kanıt sunmayan tüm o gerçek dışı, anlaşılması güç şeylerden -- daha gerçekti çünkü O beden alarak dünyaya geldi ve açlık, susuzluk çekti, acı ve kederi hissetti.
O, hayatın pisliğini ve tozunu inkâr eden bir mesaj vermedi, ancak dışlanmışlarla, fahişelerle ve nefret edilen vergi görevlileriyle birlikte oturdu, yine de günahsız kaldı. O olabildiğince gerçekti.
Tamamen insan olmasına rağmen, İsa Mesih tam anlamıyla Tanrı’nın beden almış haliydi, doğası bakımından Tanrı’ya eşitti, ancak acı çeken erkek ve kadınların arasında olmak için o görkemi (tanrısallığı değil) bir kenara bıraktı. İsa Mesih günahlarımızın bedelini ödemek için kendi isteğiyle işkence gördü, hayatını feda etti ve acı dolu bir ölüm yaşadı. Tanrı'yla birlikte sonsuz yaşama sahip olabilmemiz için ölümü yenerek üçüncü gün bedenen dirildi.
Hiçbir büyücü, ruhani lider, Buda, şaman, cadı ve medyum ölümü yenemedi; hepsi hala soğuk mezarlarda yatıyor. Ancak İsa’nın ölüm üzerinde yetkisi vardır ve bugün hala hayattadır.
Ruhani açıdan, Buda'lar, büyücüler ve Mesih'in hakikatini reddeden bilgelik arayışçılarıyla birlikte mezara girmiştim. Beni büyüleyen karmaşık ve anlaşılması güç çalışmalar, peşine düştüğüm sonsuz hakikat ve gerçeklik katmanları, sürekli evrilme çabası, doğaüstü deneyimler ve ne pahasına olursa olsun kişinin kendi iyiliğine inanma ihtiyacı, hepsi bir labirent ve tuzaktı.
Gerçek, bir çocuk için yeterince basitti çünkü gerçek, bir “Kişi”dir. Mesih İsa yolu öğretmedi ya da bir yolu olduğunu söylemedi. Kendisinin yol olduğunu -- bir yol değil, Yolun TA kendisi olduğunu söyledi.
Önceki yaşamım ile Mesih'teki yaşamım arasındaki en büyük fark nedir? Daha mutlu olmam mı, hayatın daha kolay olması mı? Hiç de öyle değil. Aradaki fark, ruhsal açıdan tatmin olmamdır. Öğrenecek daha çok şey ve büyümek için daha çok alan var, ancak öğrenme ve büyüme temel olarak Mesih’ten kaynaklanıyor, O'nun dışındaki bir arayıştan değil. Arayış sona erdi; susuzluk giderildi; içimdeki açlık doyuruldu.
“Yol, gerçek ve yaşam Ben'im. Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.” - Yuhanna 14:6
“Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.” - Yuhanna 4:14
“Yaşam ekmeği Ben'im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz”. - Yuhanna 6:35
İsa Mesih yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.” - Matta 28:18
“İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.” - Vahiy 3:20
Pek çok kişi kişisel ve ruhsal tatmin arayışıyla psişik yeteneklerin ve doğaüstü olayların peşine düşer. Tanrı kendisiyle kurulan bir ilişkide o tatmini sunar. Daha fazlasını öğrenmek için lütfen şuraya bakın: Tanrı’yı Kişisel Olarak Nasıl Tanıyabiliriz?
► | Tanrı'yla arkadaşça bir ilişki başlatmaya ne dersiniz? |
► | Bize e-mail ile ulaşın… |